Salgının 2'nci yılında İSG politikaları değerlendirmesi açıklandı
Salgının 2'nci yılında İSG politikaları değerlendirmesi açıklandı
https://www.isghaber.com.tr/haber/11192963/salginin-2nci-yilinda-isg-politikalari-degerlendirmesi-aciklandi
Türkiye Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK) İşçi Sağlığı
ve İş Güvenliği Dairesi tarafından Covid-19 salgınının ikinci yılında
iş sağlığı ve güvenliği politikalarına dair değerlendirme raporu
hazırlandı.
İSG HABER AJANSI
Dünyayı ve ülkemizi etkisi altına alan Covid-19 salgınının ikinci yılı
yaşanıyor. Bu süre zarfında iş hayatı olumsuz bir şekilde etkilendi.
Uzaktan çalışmaya gibi çözümler üretilse bile bazı sektörlerde ise bu
çözüm kullanılamadı. Çalışma hayatının durmaması için çalışanlar
üretimin sağlanabilmesi için çalışmaya devam etti. Peki bu süreçte
çalışanların sağlığı ve güvenliği nasıl sağlandı?
DİSK İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Dairesi tarafından yayımlanan İSG
politikaları raporuna göre;
İki yılı geride bırakan korona virüs salgını 2 yılı geride bırakarak
dünya ölçeğinde çok büyük bir felakete yol açtı. Dünya ölçeğinde 500
milyona yaklaşan vaka sayısı ve 6 milyonu geçen ölümlerle ülkelerin
üstüne kâbus gibi çöktü.Resmi verilere göre Türkiye'de COVID-19 tanısı
alan kişi sayısı 15 milyona yaklaşmış, neredeyse 100 bin kişi
yaşamını yitirmiştir.Bunun yanı sıra COVID-19'un toplumsal yapılara,
çalışma yaşamına ve istihdam süreçlerine ne tür etkileri olduğunu
anlamak için ILO'nun Dünyada İstihdam ve Sosyal Görünüm: Eğilimler
2021 (WESO Eğilimler) isimli raporuna kısaca göz atmak oldukça yararlı
olacaktır:"İstihdam ve çalışma sürelerindeki düşüş, işgücü
gelirlerinde sert bir düşüşe ve yoksullukta artışa dönüşüyor. 2019
yılıyla karşılaştırıldığında, dünyada 108 milyon çalışan daha, yoksul
ve aşırı yoksul kategorisine düştü (diğer deyişle, çalışanlar ve
aileleri, kişi başına günde 3,20 ABD Doları'ndan düşük gelirle
geçinmek zorunda)." Rapora göre, "yoksulluğun sona erdirilmesine
yönelik kat edilen ilerlemenin beş yılı silinmiş oldu" ve bu durum,
2030 yılına kadar yoksulluğun ortadan kaldırılmasına yönelik BM
Sürdürülebilir Kalkınma Amacı'nın gerçekleştirilmesini daha da
zorlaştırıyor.Sonuçta, küresel işsizlik 2022 yılında 205 milyon kişi
olacak ve bu da %5,7 işsizlik oranına karşılık gelmekte. Raporun
bulgularına göre, kırılgan çalışanlara daha ağır darbe vuran COVID-19
krizi, daha önceden var olan eşitsizlikleri daha da derinleştirdi.
Sosyal korumanın yokluğu nedeniyle, dünyada iki milyar çalışanın kayıt
dışı sektörde yer almasına bağlı olarak, küresel salgınla ilintili
çalışma aksamaları, ailelerinin gelir ve geçimleri üzerinde felaket
etkisi yarattı.Raporda, "COVID-19'dan düze çıkışın sadece bir sağlık
sorunu" olmadığı vurgulanarak, "ekonomiler ve toplumlar üzerindeki
ağır hasarın da giderilmesi gerektiğine" dikkat çekilmektedir. Raporda
"İnsana yakışır işlerin yaratılmasını hızlandırma, toplumun en
kırılgan kesimlerini destekleme ve en ağır darbe alan ekonomi
sektörlerinin toparlanmasına yönelik bilinçli çabalar olmazsa, küresel
salgının kalıcı etkileri, kaybedilen insani ve ekonomik potansiyel ve
daha yüksek yoksulluk ve eşitsizlik biçiminde, yıllarca bizimle
birlikte olacak" vurgusu yapılmıştır. ILO Genel Direktörü Guy Ryder'a
göre insana yakışır işlerin olmadığı sektörlerin varlığı ve
yaygınlaşması sonucunda, işçi sağlığı ve iş güvenliği uygulamalarının
daha da göz ardı edilebileceğini söylemek, geçmiş deneyimlere ve
verilere bakarak hiç de abartılı olmayacaktır.Her yıl 250 ila 270
milyon iş kazası yaşanan, 160 milyon civarında meslek hastalığı vakası
görülen ve yine bunlara bağlı olarak 2 milyon civarında çalışanın
hayatını kaybettiği bir dünyada, salgının sürdüğü 2 yılı ile bu
rakamların çok ciddi artışlar gösterdiğini ve çalışanlar üzerindeki
tahribatının ne kadar yıkıcı olduğunu tahmin edebiliriz.Bu ürkütücü
tablo dünya ölçeğinde giderek derinleşmiş, çalışmak zorunda kalan
yaklaşık 3,3 milyar insan doğrudan salgının hedefi olmuştur.Diğer
yandan, DİSK-AR'ın Mart 2022'de yayımladığı "2. Yılında Salgının
İşçilere Etkisi" raporuna kısaca göz attığımızda ülkemiz özelinde
salgının çalışma yaşamına etkilerinin küresel düzeydeki gelişmelerle
paralellik arz ettiğini görmek mümkündür:"11 Mart 2020'de başlayan ve
11 Mart 2022'de ikinci yılını dolduran Covid-19 salgını (pandemisi)
sadece büyük insani tahribata yol açmakla kalmadı, salgın ciddi
sosyo-ekonomik olumsuzluklar yaratmıştır. Önemli iş ve gelir kayıpları
yaşanmıştır."Raporda salgından en olumsuz etkilenen kesimlerin başında
işçiler, ücretli çalışanların geldiği belirtilerek; belirgin
tahribatın hangi alanlarda olduğu sıralanmıştır:-Ortalama ücretler
düşmüş, asgari ücrete yaklaşmıştır.-İşsizlik ve düşük ücret, iş ve
gelir kaybına yol açmıştır.-Pandemide yaşam ve geçinme zorlaşmış,
borçlanma artmıştır.-Çalışanların yetersiz gelirleri nedeniyle
harcamalarda azalma yaşanmış, ucuz besinlere yönelim
artmıştır.-Devletin pandemiyle mücadelede ciddi bir sosyal politika
geliştirmemesi sonucu işçilere sağlanan destekler yetersiz
kalmıştır.-Çok açık bir şekilde Covid-19'un bir işçi sınıfı hastalığı
olduğu görülmüştür. Çalışma ortamlarında neredeyse %50'ye varan bir
maruziyet yaşanmış olmasına rağmen, salgını fırsata çevirme ve küresel
rekabette ön alma fırsatçılığı, üretimin kesintisiz sürdürülmesi
sonucunu doğurmuştur.-Büyük ölçüde güvencesizlik ve kayıt dışılığın
kıskacında olan çalışanlar, salgın nedeniyle kısa çalışma, ücretsiz
izin, evden çalışma vb. gibi yeni istihdam biçimlerinin geliştirilmesi
gerçeği ile tanışmış, işçilerin dörtte üçünün çalışma biçimi
değişmiştir.Görüldüğü üzere, dünyada ve Türkiye'de çalışanlar,
koronavirüs salgınına güvencesiz, esnek ve kayıt dışılığın belirgin
olduğu ve işçi sağlığı ve iş güvenliği uygulamaları açısından kalıcı
yetersizlik koşullarının yaşandığı bir süreçte karşı karşıya
kalmışlardır. Dahası bu koşullar devam ederken, olumsuzlukların
derinleştirilmesi bizzat iktidar eliyle gerçekleştirilmiş ve
çalışanlar üretim ve kar için önlemsiz ve zoraki olarak
çalıştırılmışlardır. Bu olumsuz koşullarda salgının çalışma yaşamında
ve ilişkilerinde yarattığı tahribatı en derinden hissedenlerin
çalışanlar olması, kaçınılmaz bir gerçek olarak karşımıza
çıkmıştır.Güvencesiz, sosyal politika şemsiyesinden yoksun çalışan
kitlelerin büyük ölçüde örgütsüz ve kırılgan çalışma biçimlerinin
hakim olduğu koşullarda, salgınla bilerek karşı karşıya bırakıldığını
açıkça söylemek gerekmektedir. Çalışanların sağlığı, bir bütün olarak
halkın sağlığı ile doğrudan ilişkilidir. Çalışanların sağlık hakkının
yok sayılarak üretimin devamının ve kar maksimizasyonunun sürekliğinin
korunması, mevcut sermaye birikim rejiminin açgözlü sınıfsal
karakterini ortaya koymuştur.Pandemi süreci, özellikle geçici süreli
işçiler, uzaktan çalışanlar, evde çalışanlar, çağrı üzerine
çalışanlar, dijital platformlar üzerinden hizmet veren işçiler gibi
esnek çalışma sistemine tabi olan çalışanlar için tam bir cehennem
olmuştur. Baştan savma önlemlerle, sorunu basitleştirerek ve
önemsizleştirerek, maliyet kalemi olarak görülen önlemlerin bilerek
alınmaması ve sermayenin açık bir şekilde korunması, acımasız çalışma
koşullarını daha da görünür kılmıştır.Bu süreçte iktidarın giderek
artan baskı politikalarından ve sermayeyi açıktan desteklemesinden yüz
bulan patronlar, her türlü kanunsuz uygulamaları dayatma yoluna
gitmiştir. Esnek çalışma biçimlerine rahmet okutan düzenlemeleri
yaşama geçirmişler ya da geçirmeye çalışmışlardır. Karantinada üretim,
izole üretim bölgeleri, "MESS-safe" adı altında elektronik takip
sistemi gibi öneriler ve uygulama girişimlerine tanık olunmuştur.Bu
yaklaşımlar bize şunu göstermiştir ki, çalışanlar için işçi sağlığı ve
iş güvenliği önlemlerinin alınması hiç önemli değildir. Önemli olan
üretimim kesintisiz devamı ve acımasız sömürü mekanizmalarının güvence
altına alınması olmuştur.Yasal düzenlemeler bağlamında çalışanlar için
işyerlerinde salgına özgü önlemlerin alınması gerekmekteydi. Çalışma
ilişkileri ve ortamının salgının etkilerinden korunması Çalışma
Bakanlığı'nın sorumluluğundayken ve 6331 sayılı İş Sağlığı ve
Güvenliği Yasası ile ele alınması gerekirken, önlemler 1593 sayılı
Umumî Hıfzıssıhha Kanunu'na göre alınmaya çalışılmıştır. Böyle olunca
da illerde oluşturulan kurullardan işyerlerindeki salgına dönük
acımasız kararlar çıkarılarak üretimin devamlılığı sağlanmıştır.Salgın
sürecinde Çalışma Bakanlığı'nın bilerek pasifize edilmesi yetmezmiş
gibi, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı'na bağlı TSE'nin ürettiği ve
parayla sattığı "Covid-19 Hijyen, Enfeksiyon Önleme ve Kontrol
Kılavuzu" ve bu çerçevede alınmış, "temiz işyerleri" belgeleri,
salgınla mücadele görüntüsü altında pazarlanmış, sömürü ve bütün
kötülükler gizlenmeye çalışılmıştır.Yetki süreçleri ve müdahale eden
kurumların görev alanları birbirinin işine bilerek sokulmuş, İçişleri
ve Sağlık Bakanlığı üretim süreçlerine doğrudan müdahalede
bulunmuştur. 6331 sayılı İSG Yasası, bağlı yönetmelikler ile
işyerlerindeki ilgili kurullar tamamen işlevsiz hale
getirilmiştir.Örneğin, 6331 sayılı Yasa'ya bağlı olarak çıkarılmış
"Biyolojik Etkenlere Maruziyet Risklerinin Önlenmesi Hakkında
Yönetmelik" salgın döneminde gündeme bile getirilmemiştir.YETERSİZ
OLAN İŞÇİ SAĞLIĞI VE İŞ GÜVENLİĞİ SİSTEMİ PANDEMİ SÜRECİNDE ORTADAN
KALDIRILMA NOKTASINA GELDİ6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Yasası
10 yıldır yürürlüktedir. Ancak bu müstakil yasanın COVID-19 salgınına
karşı çalışanları etkin bir koruma altına aldığını söylemek mümkün
değildir. Aksine, çalışanların çalışma ve yaşam koşulları salgında çok
daha kötü hale gelmiş ve var olan ölümlü iş kazaları, kalıcı iş
göremezlikler ile meslek hastalıkları tablosuna COVID-19 kaynaklı
ölümler de eklenmiş ve tablo giderek ağırlaşmıştır.İstanbul İşçi
Sağlığı ve İş Güvenliği (İSİG) Meclisi'nin son iki yıldaki verilerine
baktığımızda, pandemi öncesinde, 2019 yılında en az 1.736 işçi iş
cinayetlerine kurban giderken, 2020 yılında, salgının etkisiyle en az
2.427, 2021 yılında ise en az 2.170 işçi iş cinayetlerinde hayatını
kaybetmiştir. Ölüm nedenlerinin ortalama %31'inin COVID-19 kaynaklı
olması, kuralsızlığı bir kez daha gözler önüne sermiştir.DİSK'in
yukarıdaki araştırmasıyla İSİG İstanbul Meclisi'nin yayımladığı 2
yıllık verilere bir arada bakıldığında COVID-19'un bir işçi sınıfı
hastalığı olarak yaygınlaştığına dair tespit desteklenmektedir.
Salgının iki yıllık sürecinde en az 1.400 işçi Covid-19 nedeniyle
hayatını kaybetmiştir.Bir diğer önemli ve vahim durum, salgına karşı
yoğun özveriyle çalışan sağlık çalışanlarının durumudur. Yönetilemeyen
salgının bütün olumsuzlukları sağlık çalışanlarına yüklenmiştir. Bu
iki yıllık süreçte 550'nin üzerinde sağlık çalışanı, 200'ün üzerinde
de hekim iş cinayetlerinde yaşamlarını kaybettiler.Bütünsel bir işçi
sağlığı ve iş güvenliği sisteminin yokluğunda karşı karşıya kalınan
salgın sürecinde, çalışanların sağlık ve güvenliğinin sağlanmasın
zaten mümkün olmayacağı, daha da ötesi bu doğrultuda bir niyetin bile
olmadığı gerçeği gözler önüne serilmiştir.DİSK'İN YAKLAŞIMISalgın
sürecinde çalışmak zorunda kalan milyonların bu süreçten nasıl
etkilendiğinin açığa çıkarılması, çalışma koşullarında uygun
önlemlerin alınmasının sağlanması ve gelir kayıplarının giderilmesine
dönük tedbirler için mücadele başta olmak üzere pek çok konuda
çalışmalar sürdüren DİSK, düzenli raporlarıyla kamuoyunu detaylı
olarak bilgilendirmiştir.DİSK, çalışanların salgına bağlı
olumsuzluklar karşısında neler yapabilecekleri, işverenlerden neleri
talep edebilecekleri, olumsuzlukların devamı halinde hangi yasal
dayanakları kullanabilecekleri ile bunlar üzerinden meşru tepki ve
örgütlenme yaratabileceklerine ilişkin bilgi verme ve bilinçlendirme
faaliyetlerini sürdürmüştür.Özellikle, 6331 sayılı İSG Yasası ve alt
mevzuat düzenlemelerine dikkat çekerek, salgın karşısında işverenin
sorumlulukları, risk değerlendirmesi, acil eylem planları, İSİG
kurulları, işyeri İSİG temsilcileri, çalışmaktan kaçınma hakkı ve işin
durdurulması gibi başlıklarda sendikalarımız, yöneticilerimiz ile
temsilcilerimiz bilgilendirilmiş ve işyerlerinde COVID-19 ile mücadele
güçlendirilmiştir.Bu dönemde DİSK, işyerlerinde mücadelenin ve
alınması gereken önlemlerin "Biyolojik Etkenlere Maruziyet Risklerinin
Önlenmesi Hakkında Yönetmelik" çerçevesinde sürdürülmesi gerekliliği
ısrarla savunulmuştur.Bu yönetmelik çerçevesinde, risk düzeyinin "Grup
3" olarak sınıflandırılması gerektiğinin altı çizilmiş, buna göre
örgütlü ve etkili olduğumuz işyerlerinde öncelikle salgının özelliği
gözetilerek, bu duruma ilişkin olarak risk değerlendirmesinin
yenilenmesi istenmiştir. Ayrıca "Acil Eylem Planı" hazırlanmasına
yönelik çalışmalara önem verilmiş, işverenlerden bunun hazırlanması
talep edilmiş ve ilgili kurullarda hayata geçirilmesinde yoğun çaba
sarf edilmiştir.Ayrıca, COVID-19 çalışanlar açısından hayati tehlike
oluştururken bu yöndeki tedbirlerin alınmamış olmasının işyerlerinde
bütünüyle işin durdurulması (6331/25.1) nedeni olacağı; bu
yapılamadığında ciddi ve yakın bir tehlike olması sebebiyle de işçiler
açısından çalışmaktan kaçınma hakkının bulunacağı (6331/13.1-13.3)
bilgilendirmesi yapılmış ve bu konuda eğitimler verilmiştir. Bu sayede
sendikalarımız güçleri oranında gerekli uyarıları etkili bir şekilde
hayata geçirmekte tereddüt etmemişlerdir.Nasıl ki tek başına
bireylerin alacağı tedbirlerin COVID-19 açısından yeterli olması
mümkün değilse, işyerlerinde yapılması gerekenlerin de sadece tekil
işverenlerin niyet ve beklentilerine emanet edilemeyeceği açıktır. Bu
yüzden devletin denetimi de dahil olmak üzere muhtelif araçlarla ve
gerektiğinde idari tedbir ve yaptırımlar uygulanarak ilgili mevzuatın
uygulanmasını yükümlülüğüne dikkat çekilmiş, gerekli ve uygun
önlemlerin alınması için sürekli uyarılarda bulunulmuştur.Buradan
hareketle, başta zorunlu ve acil üretim yapan işyerleri olmak üzere
çalışma yürütülen işyerlerinde, 6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği
Kanunu'nun eksiksiz uygulanması ve aşılamanın hızla yaşama geçirilmesi
ısrarla talep edilmiş, işyerlerinde sonuç alıcı eylemler
düzenlenmiştir.COVID-19'un çalışırken hastalığa yakalanan emekçiler
için iş kazası ve sağlık emekçileri için ise meslek hastalığı olarak
kabul edilmesinin bir zorunluluk olduğu ısrarla dile
getirilmiştir.SONUÇÜlkemizde halihazırda çökmüş işçi sağlığı ve iş
güvenliği sistemi, salgının sonuçları ile nerdeyse tamamen ortadan
kalkmıştır.Ne yazık ki COVID-19 salgınıyla geçen iki yılın sonunda
siyasal iktidar "çarklar dönecek" politikasıyla sermayenin taleplerini
harfiyen yerine getirdi. İnsan onuruna yaraşır iş için adım atmayan
iktidar, sermayeye her türlü korumayı sağladı ve salgınla mücadele
bunu bir başarı olarak göstermeye çalıştı.Bütün bu yaşananların ve
yaşanacak olanların önüne geçmenin yolu, ülkemizde sendikal hareketin
gücünün büyümesi ve etkin biçimde örgütlenmesidir. Çalışma yaşamında
güvencesizlik, kuralsızlık ve esnek çalışma biçimlerine karşı
verilecek kararlı mücadele, bu özelliklere sahip bir sendikal harekete
yönelimin en önemli kanalı olacaktır.Buradan hareketle, sendikal
örgütlenmenin önündeki bütün engellerin ortadan kaldırılması için
mücadele olmazsa olmaz önemdedir. Aynı zamanda, işyerlerinde sendikal
müdahalenin toplumsal bir denetim mekanizması olarak yaşama
geçirilmesi, hem örgütlenme hem güçlü bir sendikacılık hem de kamusal
bir işçi sağlığı ve iş güvenliği için önemli bir dayanak
noktasıdır.Orta vadede, sağlık, güvenlik ve çevreyle ilgili
özerk-demokratik bir kurumsal yapının sendikalar, meslek oda ve
birlikleri ve üniversiteler ile birlikte yaşama geçirilmesi çabası
daha da önemli hale gelmiştir. Ancak çok daha önemlisi örgütlü ve
güçlü bir sendikal mücadelenin böylesi kurumsal ortaklaşmayı
sağlayabilecek politikalar yaratabilmesi ve bu hedef etrafında
bütünleşebilmesidir. Bu hedefler somut bir gerçekliğe büründüğünde,
devletin denetim ve yaptırım fonksiyonları da işlevli hale
sokulabilir. İlgili meslek oda ve birliklerinin sürecin içinde aktif
olarak yer alması, kamusal bir işçi sağlığı ve iş güvenliğinin olmazsa
olmaz koşulu olarak düşünülmelidir. İSG Haber Telegram grubumuza
katılmak için tıklayınız
https://www.isghaber.com.tr/haber/11192963/salginin-2nci-yilinda-isg-politikalari-degerlendirmesi-aciklandi
Türkiye Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK) İşçi Sağlığı
ve İş Güvenliği Dairesi tarafından Covid-19 salgınının ikinci yılında
iş sağlığı ve güvenliği politikalarına dair değerlendirme raporu
hazırlandı.
İSG HABER AJANSI
Dünyayı ve ülkemizi etkisi altına alan Covid-19 salgınının ikinci yılı
yaşanıyor. Bu süre zarfında iş hayatı olumsuz bir şekilde etkilendi.
Uzaktan çalışmaya gibi çözümler üretilse bile bazı sektörlerde ise bu
çözüm kullanılamadı. Çalışma hayatının durmaması için çalışanlar
üretimin sağlanabilmesi için çalışmaya devam etti. Peki bu süreçte
çalışanların sağlığı ve güvenliği nasıl sağlandı?
DİSK İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Dairesi tarafından yayımlanan İSG
politikaları raporuna göre;
İki yılı geride bırakan korona virüs salgını 2 yılı geride bırakarak
dünya ölçeğinde çok büyük bir felakete yol açtı. Dünya ölçeğinde 500
milyona yaklaşan vaka sayısı ve 6 milyonu geçen ölümlerle ülkelerin
üstüne kâbus gibi çöktü.Resmi verilere göre Türkiye'de COVID-19 tanısı
alan kişi sayısı 15 milyona yaklaşmış, neredeyse 100 bin kişi
yaşamını yitirmiştir.Bunun yanı sıra COVID-19'un toplumsal yapılara,
çalışma yaşamına ve istihdam süreçlerine ne tür etkileri olduğunu
anlamak için ILO'nun Dünyada İstihdam ve Sosyal Görünüm: Eğilimler
2021 (WESO Eğilimler) isimli raporuna kısaca göz atmak oldukça yararlı
olacaktır:"İstihdam ve çalışma sürelerindeki düşüş, işgücü
gelirlerinde sert bir düşüşe ve yoksullukta artışa dönüşüyor. 2019
yılıyla karşılaştırıldığında, dünyada 108 milyon çalışan daha, yoksul
ve aşırı yoksul kategorisine düştü (diğer deyişle, çalışanlar ve
aileleri, kişi başına günde 3,20 ABD Doları'ndan düşük gelirle
geçinmek zorunda)." Rapora göre, "yoksulluğun sona erdirilmesine
yönelik kat edilen ilerlemenin beş yılı silinmiş oldu" ve bu durum,
2030 yılına kadar yoksulluğun ortadan kaldırılmasına yönelik BM
Sürdürülebilir Kalkınma Amacı'nın gerçekleştirilmesini daha da
zorlaştırıyor.Sonuçta, küresel işsizlik 2022 yılında 205 milyon kişi
olacak ve bu da %5,7 işsizlik oranına karşılık gelmekte. Raporun
bulgularına göre, kırılgan çalışanlara daha ağır darbe vuran COVID-19
krizi, daha önceden var olan eşitsizlikleri daha da derinleştirdi.
Sosyal korumanın yokluğu nedeniyle, dünyada iki milyar çalışanın kayıt
dışı sektörde yer almasına bağlı olarak, küresel salgınla ilintili
çalışma aksamaları, ailelerinin gelir ve geçimleri üzerinde felaket
etkisi yarattı.Raporda, "COVID-19'dan düze çıkışın sadece bir sağlık
sorunu" olmadığı vurgulanarak, "ekonomiler ve toplumlar üzerindeki
ağır hasarın da giderilmesi gerektiğine" dikkat çekilmektedir. Raporda
"İnsana yakışır işlerin yaratılmasını hızlandırma, toplumun en
kırılgan kesimlerini destekleme ve en ağır darbe alan ekonomi
sektörlerinin toparlanmasına yönelik bilinçli çabalar olmazsa, küresel
salgının kalıcı etkileri, kaybedilen insani ve ekonomik potansiyel ve
daha yüksek yoksulluk ve eşitsizlik biçiminde, yıllarca bizimle
birlikte olacak" vurgusu yapılmıştır. ILO Genel Direktörü Guy Ryder'a
göre insana yakışır işlerin olmadığı sektörlerin varlığı ve
yaygınlaşması sonucunda, işçi sağlığı ve iş güvenliği uygulamalarının
daha da göz ardı edilebileceğini söylemek, geçmiş deneyimlere ve
verilere bakarak hiç de abartılı olmayacaktır.Her yıl 250 ila 270
milyon iş kazası yaşanan, 160 milyon civarında meslek hastalığı vakası
görülen ve yine bunlara bağlı olarak 2 milyon civarında çalışanın
hayatını kaybettiği bir dünyada, salgının sürdüğü 2 yılı ile bu
rakamların çok ciddi artışlar gösterdiğini ve çalışanlar üzerindeki
tahribatının ne kadar yıkıcı olduğunu tahmin edebiliriz.Bu ürkütücü
tablo dünya ölçeğinde giderek derinleşmiş, çalışmak zorunda kalan
yaklaşık 3,3 milyar insan doğrudan salgının hedefi olmuştur.Diğer
yandan, DİSK-AR'ın Mart 2022'de yayımladığı "2. Yılında Salgının
İşçilere Etkisi" raporuna kısaca göz attığımızda ülkemiz özelinde
salgının çalışma yaşamına etkilerinin küresel düzeydeki gelişmelerle
paralellik arz ettiğini görmek mümkündür:"11 Mart 2020'de başlayan ve
11 Mart 2022'de ikinci yılını dolduran Covid-19 salgını (pandemisi)
sadece büyük insani tahribata yol açmakla kalmadı, salgın ciddi
sosyo-ekonomik olumsuzluklar yaratmıştır. Önemli iş ve gelir kayıpları
yaşanmıştır."Raporda salgından en olumsuz etkilenen kesimlerin başında
işçiler, ücretli çalışanların geldiği belirtilerek; belirgin
tahribatın hangi alanlarda olduğu sıralanmıştır:-Ortalama ücretler
düşmüş, asgari ücrete yaklaşmıştır.-İşsizlik ve düşük ücret, iş ve
gelir kaybına yol açmıştır.-Pandemide yaşam ve geçinme zorlaşmış,
borçlanma artmıştır.-Çalışanların yetersiz gelirleri nedeniyle
harcamalarda azalma yaşanmış, ucuz besinlere yönelim
artmıştır.-Devletin pandemiyle mücadelede ciddi bir sosyal politika
geliştirmemesi sonucu işçilere sağlanan destekler yetersiz
kalmıştır.-Çok açık bir şekilde Covid-19'un bir işçi sınıfı hastalığı
olduğu görülmüştür. Çalışma ortamlarında neredeyse %50'ye varan bir
maruziyet yaşanmış olmasına rağmen, salgını fırsata çevirme ve küresel
rekabette ön alma fırsatçılığı, üretimin kesintisiz sürdürülmesi
sonucunu doğurmuştur.-Büyük ölçüde güvencesizlik ve kayıt dışılığın
kıskacında olan çalışanlar, salgın nedeniyle kısa çalışma, ücretsiz
izin, evden çalışma vb. gibi yeni istihdam biçimlerinin geliştirilmesi
gerçeği ile tanışmış, işçilerin dörtte üçünün çalışma biçimi
değişmiştir.Görüldüğü üzere, dünyada ve Türkiye'de çalışanlar,
koronavirüs salgınına güvencesiz, esnek ve kayıt dışılığın belirgin
olduğu ve işçi sağlığı ve iş güvenliği uygulamaları açısından kalıcı
yetersizlik koşullarının yaşandığı bir süreçte karşı karşıya
kalmışlardır. Dahası bu koşullar devam ederken, olumsuzlukların
derinleştirilmesi bizzat iktidar eliyle gerçekleştirilmiş ve
çalışanlar üretim ve kar için önlemsiz ve zoraki olarak
çalıştırılmışlardır. Bu olumsuz koşullarda salgının çalışma yaşamında
ve ilişkilerinde yarattığı tahribatı en derinden hissedenlerin
çalışanlar olması, kaçınılmaz bir gerçek olarak karşımıza
çıkmıştır.Güvencesiz, sosyal politika şemsiyesinden yoksun çalışan
kitlelerin büyük ölçüde örgütsüz ve kırılgan çalışma biçimlerinin
hakim olduğu koşullarda, salgınla bilerek karşı karşıya bırakıldığını
açıkça söylemek gerekmektedir. Çalışanların sağlığı, bir bütün olarak
halkın sağlığı ile doğrudan ilişkilidir. Çalışanların sağlık hakkının
yok sayılarak üretimin devamının ve kar maksimizasyonunun sürekliğinin
korunması, mevcut sermaye birikim rejiminin açgözlü sınıfsal
karakterini ortaya koymuştur.Pandemi süreci, özellikle geçici süreli
işçiler, uzaktan çalışanlar, evde çalışanlar, çağrı üzerine
çalışanlar, dijital platformlar üzerinden hizmet veren işçiler gibi
esnek çalışma sistemine tabi olan çalışanlar için tam bir cehennem
olmuştur. Baştan savma önlemlerle, sorunu basitleştirerek ve
önemsizleştirerek, maliyet kalemi olarak görülen önlemlerin bilerek
alınmaması ve sermayenin açık bir şekilde korunması, acımasız çalışma
koşullarını daha da görünür kılmıştır.Bu süreçte iktidarın giderek
artan baskı politikalarından ve sermayeyi açıktan desteklemesinden yüz
bulan patronlar, her türlü kanunsuz uygulamaları dayatma yoluna
gitmiştir. Esnek çalışma biçimlerine rahmet okutan düzenlemeleri
yaşama geçirmişler ya da geçirmeye çalışmışlardır. Karantinada üretim,
izole üretim bölgeleri, "MESS-safe" adı altında elektronik takip
sistemi gibi öneriler ve uygulama girişimlerine tanık olunmuştur.Bu
yaklaşımlar bize şunu göstermiştir ki, çalışanlar için işçi sağlığı ve
iş güvenliği önlemlerinin alınması hiç önemli değildir. Önemli olan
üretimim kesintisiz devamı ve acımasız sömürü mekanizmalarının güvence
altına alınması olmuştur.Yasal düzenlemeler bağlamında çalışanlar için
işyerlerinde salgına özgü önlemlerin alınması gerekmekteydi. Çalışma
ilişkileri ve ortamının salgının etkilerinden korunması Çalışma
Bakanlığı'nın sorumluluğundayken ve 6331 sayılı İş Sağlığı ve
Güvenliği Yasası ile ele alınması gerekirken, önlemler 1593 sayılı
Umumî Hıfzıssıhha Kanunu'na göre alınmaya çalışılmıştır. Böyle olunca
da illerde oluşturulan kurullardan işyerlerindeki salgına dönük
acımasız kararlar çıkarılarak üretimin devamlılığı sağlanmıştır.Salgın
sürecinde Çalışma Bakanlığı'nın bilerek pasifize edilmesi yetmezmiş
gibi, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı'na bağlı TSE'nin ürettiği ve
parayla sattığı "Covid-19 Hijyen, Enfeksiyon Önleme ve Kontrol
Kılavuzu" ve bu çerçevede alınmış, "temiz işyerleri" belgeleri,
salgınla mücadele görüntüsü altında pazarlanmış, sömürü ve bütün
kötülükler gizlenmeye çalışılmıştır.Yetki süreçleri ve müdahale eden
kurumların görev alanları birbirinin işine bilerek sokulmuş, İçişleri
ve Sağlık Bakanlığı üretim süreçlerine doğrudan müdahalede
bulunmuştur. 6331 sayılı İSG Yasası, bağlı yönetmelikler ile
işyerlerindeki ilgili kurullar tamamen işlevsiz hale
getirilmiştir.Örneğin, 6331 sayılı Yasa'ya bağlı olarak çıkarılmış
"Biyolojik Etkenlere Maruziyet Risklerinin Önlenmesi Hakkında
Yönetmelik" salgın döneminde gündeme bile getirilmemiştir.YETERSİZ
OLAN İŞÇİ SAĞLIĞI VE İŞ GÜVENLİĞİ SİSTEMİ PANDEMİ SÜRECİNDE ORTADAN
KALDIRILMA NOKTASINA GELDİ6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Yasası
10 yıldır yürürlüktedir. Ancak bu müstakil yasanın COVID-19 salgınına
karşı çalışanları etkin bir koruma altına aldığını söylemek mümkün
değildir. Aksine, çalışanların çalışma ve yaşam koşulları salgında çok
daha kötü hale gelmiş ve var olan ölümlü iş kazaları, kalıcı iş
göremezlikler ile meslek hastalıkları tablosuna COVID-19 kaynaklı
ölümler de eklenmiş ve tablo giderek ağırlaşmıştır.İstanbul İşçi
Sağlığı ve İş Güvenliği (İSİG) Meclisi'nin son iki yıldaki verilerine
baktığımızda, pandemi öncesinde, 2019 yılında en az 1.736 işçi iş
cinayetlerine kurban giderken, 2020 yılında, salgının etkisiyle en az
2.427, 2021 yılında ise en az 2.170 işçi iş cinayetlerinde hayatını
kaybetmiştir. Ölüm nedenlerinin ortalama %31'inin COVID-19 kaynaklı
olması, kuralsızlığı bir kez daha gözler önüne sermiştir.DİSK'in
yukarıdaki araştırmasıyla İSİG İstanbul Meclisi'nin yayımladığı 2
yıllık verilere bir arada bakıldığında COVID-19'un bir işçi sınıfı
hastalığı olarak yaygınlaştığına dair tespit desteklenmektedir.
Salgının iki yıllık sürecinde en az 1.400 işçi Covid-19 nedeniyle
hayatını kaybetmiştir.Bir diğer önemli ve vahim durum, salgına karşı
yoğun özveriyle çalışan sağlık çalışanlarının durumudur. Yönetilemeyen
salgının bütün olumsuzlukları sağlık çalışanlarına yüklenmiştir. Bu
iki yıllık süreçte 550'nin üzerinde sağlık çalışanı, 200'ün üzerinde
de hekim iş cinayetlerinde yaşamlarını kaybettiler.Bütünsel bir işçi
sağlığı ve iş güvenliği sisteminin yokluğunda karşı karşıya kalınan
salgın sürecinde, çalışanların sağlık ve güvenliğinin sağlanmasın
zaten mümkün olmayacağı, daha da ötesi bu doğrultuda bir niyetin bile
olmadığı gerçeği gözler önüne serilmiştir.DİSK'İN YAKLAŞIMISalgın
sürecinde çalışmak zorunda kalan milyonların bu süreçten nasıl
etkilendiğinin açığa çıkarılması, çalışma koşullarında uygun
önlemlerin alınmasının sağlanması ve gelir kayıplarının giderilmesine
dönük tedbirler için mücadele başta olmak üzere pek çok konuda
çalışmalar sürdüren DİSK, düzenli raporlarıyla kamuoyunu detaylı
olarak bilgilendirmiştir.DİSK, çalışanların salgına bağlı
olumsuzluklar karşısında neler yapabilecekleri, işverenlerden neleri
talep edebilecekleri, olumsuzlukların devamı halinde hangi yasal
dayanakları kullanabilecekleri ile bunlar üzerinden meşru tepki ve
örgütlenme yaratabileceklerine ilişkin bilgi verme ve bilinçlendirme
faaliyetlerini sürdürmüştür.Özellikle, 6331 sayılı İSG Yasası ve alt
mevzuat düzenlemelerine dikkat çekerek, salgın karşısında işverenin
sorumlulukları, risk değerlendirmesi, acil eylem planları, İSİG
kurulları, işyeri İSİG temsilcileri, çalışmaktan kaçınma hakkı ve işin
durdurulması gibi başlıklarda sendikalarımız, yöneticilerimiz ile
temsilcilerimiz bilgilendirilmiş ve işyerlerinde COVID-19 ile mücadele
güçlendirilmiştir.Bu dönemde DİSK, işyerlerinde mücadelenin ve
alınması gereken önlemlerin "Biyolojik Etkenlere Maruziyet Risklerinin
Önlenmesi Hakkında Yönetmelik" çerçevesinde sürdürülmesi gerekliliği
ısrarla savunulmuştur.Bu yönetmelik çerçevesinde, risk düzeyinin "Grup
3" olarak sınıflandırılması gerektiğinin altı çizilmiş, buna göre
örgütlü ve etkili olduğumuz işyerlerinde öncelikle salgının özelliği
gözetilerek, bu duruma ilişkin olarak risk değerlendirmesinin
yenilenmesi istenmiştir. Ayrıca "Acil Eylem Planı" hazırlanmasına
yönelik çalışmalara önem verilmiş, işverenlerden bunun hazırlanması
talep edilmiş ve ilgili kurullarda hayata geçirilmesinde yoğun çaba
sarf edilmiştir.Ayrıca, COVID-19 çalışanlar açısından hayati tehlike
oluştururken bu yöndeki tedbirlerin alınmamış olmasının işyerlerinde
bütünüyle işin durdurulması (6331/25.1) nedeni olacağı; bu
yapılamadığında ciddi ve yakın bir tehlike olması sebebiyle de işçiler
açısından çalışmaktan kaçınma hakkının bulunacağı (6331/13.1-13.3)
bilgilendirmesi yapılmış ve bu konuda eğitimler verilmiştir. Bu sayede
sendikalarımız güçleri oranında gerekli uyarıları etkili bir şekilde
hayata geçirmekte tereddüt etmemişlerdir.Nasıl ki tek başına
bireylerin alacağı tedbirlerin COVID-19 açısından yeterli olması
mümkün değilse, işyerlerinde yapılması gerekenlerin de sadece tekil
işverenlerin niyet ve beklentilerine emanet edilemeyeceği açıktır. Bu
yüzden devletin denetimi de dahil olmak üzere muhtelif araçlarla ve
gerektiğinde idari tedbir ve yaptırımlar uygulanarak ilgili mevzuatın
uygulanmasını yükümlülüğüne dikkat çekilmiş, gerekli ve uygun
önlemlerin alınması için sürekli uyarılarda bulunulmuştur.Buradan
hareketle, başta zorunlu ve acil üretim yapan işyerleri olmak üzere
çalışma yürütülen işyerlerinde, 6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği
Kanunu'nun eksiksiz uygulanması ve aşılamanın hızla yaşama geçirilmesi
ısrarla talep edilmiş, işyerlerinde sonuç alıcı eylemler
düzenlenmiştir.COVID-19'un çalışırken hastalığa yakalanan emekçiler
için iş kazası ve sağlık emekçileri için ise meslek hastalığı olarak
kabul edilmesinin bir zorunluluk olduğu ısrarla dile
getirilmiştir.SONUÇÜlkemizde halihazırda çökmüş işçi sağlığı ve iş
güvenliği sistemi, salgının sonuçları ile nerdeyse tamamen ortadan
kalkmıştır.Ne yazık ki COVID-19 salgınıyla geçen iki yılın sonunda
siyasal iktidar "çarklar dönecek" politikasıyla sermayenin taleplerini
harfiyen yerine getirdi. İnsan onuruna yaraşır iş için adım atmayan
iktidar, sermayeye her türlü korumayı sağladı ve salgınla mücadele
bunu bir başarı olarak göstermeye çalıştı.Bütün bu yaşananların ve
yaşanacak olanların önüne geçmenin yolu, ülkemizde sendikal hareketin
gücünün büyümesi ve etkin biçimde örgütlenmesidir. Çalışma yaşamında
güvencesizlik, kuralsızlık ve esnek çalışma biçimlerine karşı
verilecek kararlı mücadele, bu özelliklere sahip bir sendikal harekete
yönelimin en önemli kanalı olacaktır.Buradan hareketle, sendikal
örgütlenmenin önündeki bütün engellerin ortadan kaldırılması için
mücadele olmazsa olmaz önemdedir. Aynı zamanda, işyerlerinde sendikal
müdahalenin toplumsal bir denetim mekanizması olarak yaşama
geçirilmesi, hem örgütlenme hem güçlü bir sendikacılık hem de kamusal
bir işçi sağlığı ve iş güvenliği için önemli bir dayanak
noktasıdır.Orta vadede, sağlık, güvenlik ve çevreyle ilgili
özerk-demokratik bir kurumsal yapının sendikalar, meslek oda ve
birlikleri ve üniversiteler ile birlikte yaşama geçirilmesi çabası
daha da önemli hale gelmiştir. Ancak çok daha önemlisi örgütlü ve
güçlü bir sendikal mücadelenin böylesi kurumsal ortaklaşmayı
sağlayabilecek politikalar yaratabilmesi ve bu hedef etrafında
bütünleşebilmesidir. Bu hedefler somut bir gerçekliğe büründüğünde,
devletin denetim ve yaptırım fonksiyonları da işlevli hale
sokulabilir. İlgili meslek oda ve birliklerinin sürecin içinde aktif
olarak yer alması, kamusal bir işçi sağlığı ve iş güvenliğinin olmazsa
olmaz koşulu olarak düşünülmelidir. İSG Haber Telegram grubumuza
katılmak için tıklayınız
Yorumlar
Yorum Gönder